Çakma Kıyamet...

Gönderen CineMarine on 16:24

''Bir gün birileri insanların gerçek hayatta felaket durumlarında nasıl davrandıklarını inceleyen, geçen her saniyenin ölüm ve yaşam arasındaki farkı belirlediği durumlarda karakterlerin aşk yaşamları üzerine uzun uzun diyaloglara girmediği daha gerçekçi bir felaket filmi çekebilir. Christopher Nolan’ın Kara Şovalye’sinin ve Watchmen’in sinema adaptasyonunun süperkahraman türüne yaptığı gibi. Felaket filmi türünün bu tür bir yeniden yaratımdan geçeceği günler gerçekten gelecek mi bilmiyorum. Fakat bildiğim tek bir şey varsa, o da bu olası felaket devriminin arkasında Roland Emmerich’in olmayacağı.''
Böyle yazmış, yazılarını çok beğendiğim beyazperde yazarı Oktay Ege Kozak. Ve bence kesinlikle haklı.

Roland Emmerich'in son alamet-i farikası 2012 vizyona gireli 1,5 ay oldu. Filmi izlemeye giden insanlar arasında da çok büyük tartışmalara sebep oldu.Sinemada çok film izlemeyen, sadece çok merak ettiği filmler olunca sinemaya giden kitle filmi çok beğenirken, sürekli film izleyen ve filmlere yalnızca patlama, aksiyon olarak bakmayan sinema izleyicisi filmi kayda değer bulmadı.



Bu filmi izledikten sonra aklınızda kalan tek şey, gördüğünüz yıkım sahneleri ve bolca bayat espri olacak. Bu filmin bu kadar beğenilmesinin sebebi de, bu güzel görsel efektleri zaten. Ancak görsel efektlerinin de çok fazla abartıldığını düşünüyorum. Zira filmdeki efektler kesinlikle Avatar gibi çığır açacak nitelikte değil. Hatta kimi sahnelerde sırıtıyor bile.
Filmde oyunculuk adına hiçbir şey yok. Mesela Kaliforniya'nın yıkıldığı sahnede ana kahramanlarımız limuzinle herkesin öldüğü ve kurtulmayı beceremediği büyük depremden binbir zorlukla kurtulup havalimanına gidiyor. Yahu, bu kadar yıkım, bu kadar ölüm görmüşsün. İnsanda hiç mi bir psikolojik baskı olmaz? Ancak karakterlerimiz yine espri patlatmasını biliyor.

Filmin bir diğer kötü yönü de klişeler bombardımanı olması. Filmi izlerken kesinlikle sizi meraka düşürmüyor. Değil bir adım, on adım sonra ne olacağını rahatlıkla tahmin edebiliyorsunuz. Mesela, kahramanlarımız Kaliforniya'daki depremden kaçarken, önlerine birçok zorluk çıkıyor ancak yine son anda bir yol bulup kurtuluyorlar. Yahu, önünüze bir engel çıksın, bir kaya çıksın, uçun bir, çığlık atın, araba kullanılamaz hale gelsin, birisi arkada kalsın. Ancak karakterler o kadar soğuk kanlı ki, bunların hiçbiri onları etkilemiyor. Binbir zorlukla havalimanına gelip uçakla gitmeyi planlıyorlar. Daha uçak havalanmadan havalimanı yıkılmaya başlıyor. Tam uçak düşecekken, bir anda uçak hızını alıyor ve havalanıyor, ardından iki binanın arasına geliyor. Tam çarptı diyoruz ki, tekrar ''sadece birkaç ders almış pilotumuz'' usta pilotların yapamayacağı bir manevrayla uçağı döndürerek çarpmasını engelliyor.



Filmde senaryo adına hiçbir şey yok. Tamamen klişeler yığını. Herhalde Roland Emmerich senaryoyu yazarken ''Oyunculara para vermek yerine 2. sınıf oyuncularla çalışalım, hiçbiri tanınmış olmasın, oradan kısalım, senaryoyu da klişelerle dolduralım ki izleyenlere daha çok heyecan versin, filmi tamamen yeşil ekran önünde çekelim, sırf aksiyon olsun, deli gibi para harcıyalım.'' diye düşünmüş olmalı ki, böyle sinemaya aktarılmaya çok müsait ve ustanın elinde mükemmel işlenebilecek bir senaryoyu, sakız gibi gevşete gevşete popcorn filmine dönüştürmüş olsa gerek.

Neyse, çok yazdım. Gitmek isteyenler gitsin görsün, eğlenebilirlerde, çünkü izleyen herkes için farklı sonuçlar doğurabilecek bir yapım. Ancak büyük umutlarla gittiğim bu filmde ben sadece çok sevdiğim Kurtuluş Günü filminin buzdolabından çıkarılıp 3.kez ısıtılarak önümüze sunulmuş bir versiyonunu gördüm karşımda. Sadece daha kötü bir senaryo, daha kötü espriler ve çok daha fazla bak ağrısı aldım bu filmden.